Cumhuriyet’in kurulduğu günlerde Atatürk’ün emriyle kuruluşu gerçekleştirilen, bugün H.Ü. Devlet Konservatuvarı olarak varlığını sürdüren ilk Konservatuvarın kurulmasıyla, konservatuvarlar zincirinin ilk adımı atılmış oldu. Sanat eğitiminin bir kolu olan Müzik Eğitiminde hem çalıcı (enstrumantist), hem de üretici (besteci) yetiştirilmeye başlanmasıyla birlikte, eğitim sorunları ve eğitim modelleri sorunsalları da gündeme gelmeye başladı. Yetmişbeş yılını geride bırakan Cumhuriyet eğitim modeli içinde, Müzik Eğitiminin yöntemleri-sistemleri üzerinde yapılan model arayışları, sayıları gitgide artan Konservatuvarların kendi iç bünyelerinde çözümlenmeye çalışıldı. Ancak, Konservatuvarların bir süre sonra vereceği eğitimi “Batı Müziği” ve "Türk Müziği” gibi ayrı yollara sapmaya çalışan, ya da bir başka deyimle kendini adeta taraflaştıran, bloklara ayıran bir çizgiye çekmesiyle eğitim modeli sorunları giderek büyümeye başladı. Böylelikle öznel değil, nesnel olması gereken Konservatuvarlar, verecekleri eğitimi baştan öznelleştirdiler. |
Müzik Eğitiminin prensip olarak 11-12 yaşlarında başlaması gerekir. Çünkü bu yaşlarda kişi, öğrenmeye daha açıktır. Bu yaşlarda öğrenilen bilgi kolay unutulmaz. Müzik Eğitiminin ilk öğrenim yılları genelde zorlu geçer. Öğrenmeye daha açık bir beyin için ise, bu ilk yıllar genelde yine de zorlu geçse bile, zorluk süreci en fazla altı ayı geçmez. Daha sonra bu süreç de aşılır. Müzik Eğitimi veren öğretmenin, ilkokul ve lise öğretmenlerinden çok önemli bir farkı olmak gerektir. Bir Konservatuvarda eğitim veren eğitmen ile bir Fakültenin Müzik Bölümünde ders veren öğretmen arasında da çok büyük farklar vardır. Konservatuvar hocası öteki hocaya göre baştan daha şanslıdır. Aralarındaki fark ise, ders verdiği öğrencilerin yaş farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Müzik öğretmeninin pedagoji, eğitimbilim, sosyoloji, psikoloji gibi bilim dallarından verdiği eğitimin daha çağdaş, akılcı olması açısından büyük ölçüde yararlanması gerektir. Verdiği eğitimi sürekli yenileyen, güncelleştiren, çağın yapısına uyarlayan ve dünya müzik eğitimi modellerini sürekli araştıran bir Müzik eğitimcisi, düşünce yapısının kemikleşmesini önleyecektir bu yolla. Kendisini sürekli sorgulayarak, eğitim modeli ve sistemi üzerinde sürekli yeni düşünceler üretip, bu düşüncelerini meslektaşlarıyla tartıştığı ölçüde geliştiğini, yenilendiğini hissedecek ve hissetirecektir.
Müzik Eğitimi kurumlarında genel anlamda iki tane Temel Meslek Dersi vardır:
Meslek Dersi (Çalgı, Komposizyon vs...) SolfejDersi (Teori)Diğer dersler yardımcı derslerdir. Müziğe yeni başlayan bir çocuğun çalgı öğretmeninin yaklaşımının öznelliği veya nesnelliği öylesine önemlidir ki, bu yaklaşımın neticesinde öğrenci, hayatı boyunca müzikten ve çalgısından kopamaz veya nefret edebilir.
Konservatuvar-Müzik Eğitiminde ders veren öğretmene baktığımızda Sanatçı-Öğretmen statüsü ile karşılaşırız. Bu durum oldukça nazik ve incelikli bir pozisyon olma özelliği taşımaktadır. Örneğin, dersini verdiği çalgıyı çalmakta çok usta olan bir öğretmen, verdiği derste aynı performansı yakalayamayabilir. Ya da tam tersi. İşte konunun en nazik yönü de zaten tam burasıdır. Öğretmenin kişiliği, sanat ve müzik felsefesi, pedagojiye yakınlığı veya uzaklığı verdiği eğitimde çok büyük bir rol oynamaktadır. Çünkü gerçek Sanatçılar genelde biraz uçuk-kaçık olurlar. |
Sanatçı-öğretmen portresini biraz daha deşmeye çalışırsak, bazı müzik eğitimi kurumlarında geçmişte psikolojik dengeleri yerinde olmayan bazı sanatçı-öğretmenlerin görev yaptıklarını hatırlamak gerekir. Pedagoji bilimini tanımayan, öğrencisiyle ilişkilerinde sezgilerini kullanmayan nice örnekler vardır. Ama hepsi geçmişte kalmıştır umarım.
Sanat Eğitimi’nin geneli içinde geçerli olabilecek bazı prensiplerin Müzik Eğitimi adına da geçerli olması gerektiğini, aklımız bize öngörüyor. Soru-Cevap yöntemi bence bazı sorunları çözmekte en etkili yöntemdir. Örneğin:
Soru: Bir Çalgı öğretmeni öğrencisine vereceği eğitimde hangi prensipler ışığında hareket etmelidir?
Cevap: Öğrencisine öznel değil, nesnel yaklaşımlarda bulunmalıdır.
Soru: Ne demek bu?
Cevap: Örneğin, öğretmen Chopin çalmayı seviyordur, ama Mozart sevmiyordur. Bu yüzden öğrencisine hep Chopin-Mazurka ödevi veriyordur. İşte bu öznel davranışdır. Öğretmenin bu noktada eksiği, vereceği eğitimin müfredat progamını hazırlarken repertuvar dengesini gözetmemesidir.
Eğitimcilik genelde sabır ve disiplin isteyen bir meslek dalıdır. Müzik Eğitimciliği ise daha çok sabır ve ödünsüz bir disiplin gerektirir. Gerçekten sanatınızda ve eğitimciliğinizde iyi yerlere gelmek arzusundaysanız, bu iki altın kuralı hayata geçirmeniz birinci koşuldur.
Müzik Eğitiminde en doğru yol, öğrencinin bir çalıcı-performer olarak kendi çizgisini oluşturması adına ona tüm bilgileri eşit oranda vermektir. Kendisi ilerde kendi repertuvarını oluştururken, kendine özgü öznel yaklaşımlarda bulunacaktır zaten. Aynı prensipler, bestecilik eğitimi için de geçerlidir. Kompozisyon öğretmeninin kendi tercihleri doğrultusunda bazı bestecileri, ya da bazı müzik stillerini öğrenciye empoze eder biçimde sunması değildir doğru olan, Müzik Tarihi’ndeki tüm türleri ve bestecileri nesnel bir yaklaşımla öğrenciye anlatması ve tanıtmasıdır doğrusu. Öğrenciye kendi tercihini yapma şansı verilmelidir. "Şimdi size Verdi’nin “Aida” operasından bir Arya dinleteceğim, ama siz fazla ciddiye almayın bu besteciyi” diyen bir Kompozisyon-Bestecilik öğretmeninin varlığını hayal bile etmek istemeyiz herhalde.
Gerek enstrumantistik açıdan, gerekse Kompozisyon ve Müzikbilimi açısından günümüzde dünya ile daha yakın ilişkileri, eskisine göre daha çabuk kurma şansına sahibiz. İletişim ağının internet aracılığıyla çok genişlediği, sınırların kalkmak üzere olan şu günlerde, genel eğitim içinde Müzik eğitimciliğinin de "upgrade" ve "update" edilmesi gerekir. Bunlar yapılırken, bazı temel sanat eğitimi ve müzik eğitimi prensiplerinden ödün vermemek şartıyla. Bu prensiplerin şöyle sıralanması gerektir:
1. Öğretmenin, karşısındaki öğrencinin bir insan olduğunu, kendine özgü bir kişiliği bulunduğunu hep hatırlayarak, -ancak öğretmenlerin insan hayatında anne ve babadan sonra gelen en önemli kişiler olduğunun bilinciyle- ona sevgiyle harmanlayarak bilgiyi vermesi gerektir. Ayrıca Sanat ve Müzik Öğrencisi narindir, kırılgandır ve biraz da farklı ve sıradışıdır. Öğretmenin Sanat ve Müzik Öğrencisine daha özel yaklaşması gerekir. İşte tam bu noktada öznel ve nesnel davranışlar dengesini doğru kurmalıdır öğretmen. Samimi, içten ama eşit ölçüde yaklaşımlar göstermeli, bir öğrenciye ötekisinden daha özel davranmamalıdır. Bu dengeyi kurduğu ölçüde başarılıdır öğretmen.
2. Öğretmen kendi sevdiğini değil, eğitim adına-öğretim adına doğru modeli seçmelidir verdiği eğitimde. Tüm bilgiler eşit uzaklıkta aktarılmalı, öğrenciye adeta bir lokantada menüyü anlatan garson misali, tüm seçenekler sunulmalıdır. Ama garsona sorulan "Siz ne tavsiye edersiniz?" sorusunu, öğrencinin sormasına imkan vermemek galiba en doğru yol olacaktır.
Ülkemizde öğrencilerine “sizden hiçbirşey olmaz” diyen Sanatçı-Öğretmenlerin bulunmadığına zor da olsa inanmak istiyorum.
Yard. Doç. Server Acim, Besteci – Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü